Matematik???
Matematiği birçok kişi sevmez ve
burada anlatacağım şeyler ile size matematiği sevdirmeyi planlıyorum ama
yazdıklarımı okuyunca ne saçmalıyor bu diye de düşünüp -ki gerçekten
saçmalayacağım ama neden işe biraz eğlence katmayayım ki- matematikten iyice
soğuyabilirsiniz de. Yorumlamak size kalmış. Ayrıca önceden uyarayım
yazdıklarım bilgi verme amacı taşımamaktadır.
Matematik deyince bana göre ilk
akla gelmesi gerekenlerden biri sıfırdır. Sıfırın keşfi MS 7. yüzyılda Hintli
bir matematikçi olan Brahmagupta’ya dayanır. Birden fazla bilinmeyene sahip
denklem sistemlerinin çözümü için kullanılan cebirin icadı milattan bin yıllar
öncesinde yaşayan Babillilere dayanıyorken sıfırın keşfinin bu denli yakın bir
tarihte olması bana çok ilginç geliyor. Var olmayanın temsili ve belki de
hiçliğin tanımı denilebilecek sıfırın aynı zamanda bir başlangıç olarak kabul
edilmesi ve dahası onluk sayı sisteminde kuvvetin bir göstergesi olması, sayıları
bir döngüye katmakla yetmez, bu döngü sayıları sonsuza kadar götürür. Sıfır ile
negatif sayıların keşfi ise aynı şekilde sayıları eksi sonsuza kadar tanımlar.
Peki ya sıfır sizin için neyi ifade ediyor? Hiçliği mi yoksa başlangıç
noktasını mı? Nokta dediğimiz şeyin kendisi hiçliğe meydan okuyan en ufak şey
iken aynı zamanda onun tanımlanmasına yol açan şey de değil midir? Var
olmayanın temsili ancak var olabilme ihtimalleri varken var olunmayışını temsil
eder. Yani boşa giden umutları ve hiç yaşanmayacak olan hayelleri.. Kısacası
matematik size boş umutlar verir, çok da kafanıza takmayın.
Hazır sıfırla beraber sonsuzluğu
da tanımlamışken asimptotlardan bahsedelim biraz da. Sonuşmaz olarak da
adlandırılan asimptotlar, zıt sonsuzlara uzanan birbirine benzer iki ayrı
fonksiyonu birbirinden ayırarak birbirine ulaşmalarını engelleyen sonsuzluğa
kadar giden doğrulardır. Asla ulaşamadıklarımızın ve ulaşamayacaklarımızın
önündeki engellerdir asimptotlar. Bazen yer, zaman ve enerji gibi fizik
yasalarıdır, bazense amacı belli belirsiz toplumsal kurallar..
Asimptotları tanımladık ama
fonksiyonları açıklamadık. Hemen onları da açıklayalım. Fonksiyonlar sayılardan
oluşan girdileri alır ve bu sayıları ilgili kural çerçevesinde manipüle ederek
çıktılar oluşmasını sağlar. Çıktılar, girdilerin bir yansıması olarak da
görülebilir. Girdilerin çıktılar ile uzayda eşleştirilmesiyle de ilgili
fonksiyonun grafiği elde edilir.
Temelde soyut matematik ve
uygulamalı matematik olarak iki ana dala ayrılan matematiğin uygulamalı kısmı
gerçek hayat problemlerini ele alır, bu nedenle de genellikle fonksiyonlarda
bilinmeyen olarak zaman kavramı yer alır. Zamanın sürekliliği ve elde
tutulmayışı bir yana, göreliliğini, gizemini ve bu gizemin hissettirdiği
ağırlığı düşününce zamanı eşit parçalara bölebildiğimizi düşünmemiz ne kadar da
acayip! Zamanın gizemini yaratan ve bu gizem altında ezilen ise bilinen tek
zaman makinesi olan insan zihninin ta kendisidir. Zaman bazen öyle ağır gelir
ki insan hafızası bir zaman dilimin içine sıkışıp kalır. Tıpkı iki fonksiyon arasında
kalan bir fonksiyonun limitinin diğer iki fonksiyonun limitine eşit olmasını
ifade eden sıkıştırma teoremi gibi.
Matematik en temelinde nicelik,
yapı, uzay ve değişim konularını ele alır. Nicelik ve uzaydan az çok bahsettik,
şimdi ise yapıyı da açıklayarak değişimi anlatalım. Değişim matematikte türev
ile tanımlanır. Türevi matematiğe kazandıran Newton ve Leibniz, değişimdeki düzeni
bulabilmek için yapıları kullanırlar. Üç boyutlu bir yapının hacminin türevi bu
yapının iki boyuta denk gelen alanını ifade eder, benzer şekilde bu yapıyı bir
fonksiyon ile de ifade edecek olursak üçüncü dereceden bir fonksiyonun türevi
ikinci dereceden bir fonksiyondur. Fonksiyonların türevinin alınması uzaydaki
ilgili yapının boyunun bir azalmasına, bu yapıya denk gelen fonksiyonun ise
derecesinin bir azalmasına sebep olur. Nihayetinde fonksiyonlar, değişkenlerin
bir ifadesi olduğundan bu değişkenlere bilinmeyenler de denilebilir. Bilinmeyenleri
içimizdeki karmaşalara ve çelişkilere benzetecek olursak da bizde gerçekleşen
her bir değişim içimizdeki karmaşaların seviyesini azaltır ve en sonunda ise bu
değişimler bizi sabit fonksiyon olarak adlandırılan girdi fark etmeksizin aynı
çıktıya götürür diyebiliriz, yani stabil bir ruh haline ve belki de
hissizleşmeye. Sabit fonksiyonun türevi ise sıfıra eşittir, yani yok olmanın
kendisine..
Bu yazımda sınırlı seviyedeki
matematik bilgimi hayata yönelik kendi karamsar fikrimle birleştirmeye çalıştım
ancak daha önceden de değindiğim gibi matematik sizi karamsarlığa sürükler, çok
da kafanıza takmayın. Sıfırı, hiçliğin veya yok olmanın kendisi olarak değil,
bir başlangıç noktası olarak görebilmeniz ve içinde sıkışıp kaldığınız zaman
dilimlerinin altında ezilmediğiniz güzel anların olması dileğiyle :)
Yorumlar
Yorum Gönder